Konya Yolu

 

En sonunda yaz geldi. Ruhumun ne kadar çok yapmak istediği şey varsa, vücudumun da o kadar çok dinlenesi var. 2018’ e o kadar hızlı girdim ki zaman zaman yaşadıklarımı sindirmekte zorlandım. Ne zaman biraz durup olan biteni görmek istesem hep başka bir durum ile karşı karşıya geldim. Bu sefer bu durumu sindirmeye çalışırken başka bir durum…. Bu durum aylarca böyle devam ederken, en sonunda yaşadıklarımı analiz etmemeye karar verdim ve bu hızlı gidişat beni kaosun içine sürükledi. Güvendim ruha ve sebat ettim. Biliyorum her şey yerli yerine oturacak gene ve sonra gene karışacak ve sonra gene yeni bir düzen ve sonra gene.. diye diye tekamül yolunda ne olması gerekiyorsa o oluyor işte… Sonu yok ki!

 

‘Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?’ Şems-i Tebriz’i

 

İşte ben de buna inandım ve bırakıp koyuldum yollara. Mevla’ma gidiyorum deyip çıktım Konya yollarına. Geldim Konya türbesine. İnsan oğlu bu. Görünenin ötesini görmek istemiyorsa gördüğü sadece mezar sandukaları, eşyalar, yazıtlar olur. Birbirini ittire ittire ilerlemeye çalışıp sadece herkesten önce görmek tek hedef olur. Bana gelince, kapısından girer girmez büyülenmiştim. İnsanların beni ittirmeye çalışmasını önemsemeden kendime kenarda bir yer bulup mekanın enerjisine odaklandım. Büyük bir şefkat, merhamet duygusu sardı bedenimi. Ellerim hafiften uyuşmaya başladı ve hafif bir sersemlik sararken bedenimi, gözlerim aşkla doldu, aktı gitti yanaklarımdan sessizce. ‘Ah Mevlâna ne yandın hem de ne…’ derken önümden geçen kalabalığa takıldı gözlerim. Ne kadar çok kayıp ruh var ve kim bilir onların zamanı ne zaman olur, dedim ve gözlerim Mevlana’nın yazdığı Dîvân-ı Kebîr’ e ve Mesnevi’ ye takıldı. Bir sanat eseri, bir bilim, bir ilim, hakikatin mevcut olduğu capcanlı iki eser karşımda duruyordu tüm ihtişamıyla… Dîvân-ı Kebîr daha bir tanıdık geliyordu gözüme. Gazel ve rubailerden oluşan bu baş yapıt, ilahi aşkın şiire dönüşmüş hali. Kaleme geçen bu ilahi aşk aslında Mevlana’nın Şems’e duyduğu aşk sayesindeymiş. Mevlâna gazellerinin sonuna Şems-i Tebriz’i adını kullandığı için de Divan-ı Şems-i Tebriz’i olarak da anılıyormuş. Bu bilgilerin dışında benim gördüğüm ise, bir yaşam çiçeğinin içinde varoluşu anlatan, aşkın sonsuz hali. Gizli kodlar barındıran, görünenin de ötesini olduğunu hissettiren, her bir çizgisinin tesadüf olmadığı, buram buram gerçeklik kokan bir şaheser. Sadece kendi dilimize çevirmek, yazılmak istenen hakikati anlatmaz. Bu yüksek boyutlu eseri anlamak için önce bizim bu frekansa erişmemiz gerek. Aksi taktirde, zihnimizden öteye geçemez, kalple birleşemez ve bu yüzden de gerçek değerini asla anlayamayız. Büyülenmiş şekilde bakarken bu harika eserlere gördüğüm birkaç rüya gözümün önünden geçiyordu. Parçaları çok fazla birleştiremesem de olmam gereken yerde olduğumu biliyordum.

 

Devam ettim bu sefer Şems’in camisine doğru. Mevlâna türbesinin ihtişamından sonra Şems’in camisi basitti. Şems’in sandukası orada duruyordu ve neredeyse kimse yoktu. Hınca hınç dolu olan Mevlâna türbesine gösterilen ilgi ve alakanın yüzde biri kadar ancak ilgi vardı. Gittim başucuna, içim cız etti. Mevlana’yı Mevlâna yapan, buna araç olan Şems’in gerçek değeri anlaşılmamıştı. Öyle ki zamanında Şems ve Mevlana’nın yaşadıkları ilahi aşkı yargılayıp öldürmüşlerdi Şems’i. Günümüzde bile tam olarak anlaşıldığını zannetmem. Şaşırmıyorum gerçi, gerçek aşkı yaşamayan nereden anlasın ki… Tecrübe etmeyen nasıl tekrar kavuşmayı istesin ki… Ateş bir kere düştü mü yüreğe, nasıl söndürebilesin ki… Şükranlarımı sunduktan sonra Şems’e ayrıldım camiden. Akşamına her cumartesi gecesi Konya belediyesi tarafından düzenlenen Mevlâna Semazen gösterisine gittim. Konya Kültür Merkezinin girişinde tüm dillerde yazılı olan ve Mevlâna’nın en sevdiğim sözü yazıyordu; ‘Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.’ En önde oturup tüm olan biteni görmek, hissetmek, yaşamak istiyordum. Hayatımda ilk defa sema izleyecektim. Işıklar kapandı. En sevdiğim renk, gece mavisi parladı alanın üstünde. Neyin üflenmesiyle tüylerim diken diken oldu. Bu bir çağrıydı. Bu aynı zamanda uyanış için bir seslenişti orada olanlara. Yavaş yavaş gelmeye başladı semazenler. Semazenbaşının gösterdiği yere geçen semazenler başlamıştı semaya. Ben hipnotize olmuş şekilde izlerken, birden elim defterime gitti. Bu harika ambiyansta yazmaya koyuldum. Tutamıyordum ki kendimi, akıyordu kelimeler. Sarhoş olmuştum. Yazdığım ‘NEY’ şiirini üzerine tıklayarak dinleyebilirsiniz.

1 saat boyunca gözlerim yaşarmış huşu içinde, ilahi aşkla dolmuştum. Günün birinde sema yapmak için niyetimi koydum ve arkamda Konya’yı bırakarak döndüm evime. Sırada bir başka yolculuk, Mısır vardı bu sefer.

 

Aşkla…

DAMLA US

 

Dîvân-ı Kebîr

 

Konya Kültür Merkezi

 

 

Bir Cevap Yazın

E-Posta adresini yayımlanmayacak. Zorunlu alanları * ile işaretlenmiştir

formu temizleYorumu gönder