YazarEvi için yazdığım öyküm ‘Üç… İki… Bir…’ sizlerle. Keyifli okumalar dilerim.

Aşkla…

Damla Us

 

Üç… İki… Bir…

İnce ince yağan yağmur gönlüne de inceden sızıyordu. Yağmur çiseleri yüreğindeki sızıyı biraz olsun dindiriyor, gözlerindeki yaşlar yağmur damlalarıyla birleşiyordu. Başını göğün derinliğine uzattı, gözlerini sımsıkı kapadı. Avuçlarının içi havada asılı kaldı. Bu küçücük fani bedeni dımdızlak ortadaydı. Ne etrafında ondan başka kimse vardı bu ıssız sahilde ne de inceden yağan yağmurun sesinden başka bir ses. Ağlıyor muydu yoksa göğün hüznü müydü bu yanağından süzülenler? Arada bir fark yoktu. Beyaz bulutların arkasına gizlenmiş güneş, yeryüzünün hüzünlü topraklarına, evlatlarına ışık huzmesini gönderiyordu göndermesine ama bu nur Oktay’dan çok uzaktaydı. Zihninin kuytu köşesinde sürekli aynı sahne canlanırken ona uzatılan ışığı göremiyordu bile. Sanki zihninin içindeki bir odada kapalı kalmıştı. Küçücük demir penceresi olan bu karanlık odada anne ve babasının bağırışları yankılanıyordu. Saygı sınırından yoksun cümleleri havada uçuşurken küçük Oktay, perdenin arkasına sinmiş korku içinde olanları izliyordu. Anne ve babasının kendi beklentilerini birbirlerinden çıkartma arzuları bir çözüm yaratmıyordu. Her seferinde bir doz daha artıp ses yükseliyor, sözler hakaretlere kadar uzanıyordu. Öfkeleri o kadar yüksek boyuta geliyordu ki Oktay’ın varlığını bile göremez oluyorlardı. O en karanlık gecede babasının elini havada gördü. O gün Küçük Oktay’ın zihninde hiç unutamayacağı bir sahne yer aldı. O günden sonra ailesi bir celsede boşanmış, Oktay tüm bu sancılı süreçlerin tam ortasında kalakalmıştı. Annesi ile yaşamına devam ederken ‘Sakın baban gibi olma’ nasihatları ile büyütülmüştü. Tatil günleri dışında babası ile pek ilişki kurmadan anılar biriktirmiş bir zaman sonra sadece onunla yüzeysel sohbetler yapabilmişti. 

Üniversiteye girdiğinde hayata dair sorduğu sorular farklılaşmış, kendini ruhsal olarak geliştirmeye başlamıştı. Üzgün, kırgın, o buruk halini geçmişteki kimliğinde tutsak ederken babasını da geçmişin o tozlu sayfalarında esir bırakmıştı. Hayata dair bitmeyen umutları ile günler geçerken bir bahar sabahında karşısına çıktı o ‘Sevdam’ dediği. İlk görüşte aşktı onunkisi. Elinde ders notları ile endamıyla Oktay’ın yanından süzülürken kaçamak bakışları, uzun kirpikleri, pembe yanakları ile Oktay’ın kalbini çoktan çalmıştı. Sevda’nın küçücük tebessümüne ömrünü verirdi. Bir kaç ay sonra bu tutkulu aşık Sevda’nın kalbini kazanmayı başardı. Sevda, Oktay’ın bu kadar naif, kibar bir adam olmasından etkilenmişti. Ona göre hem akılcıydı hem de karşısındakinin ruhuna elini uzatabiliyordu. Üniversiteyi bitirip iş hayatına atıldıktan sonra ömrünü Sevda’ya sunarken o da gönlünü ona bahşetmişti. Güzel evlilikleri ile yeni bir hayata yelken açarlarken bu yaşadığı hayat, Oktay’ın çocukluğundaki dehşet verici anılarından çok farklıydı. 

Ta ki bir gün Sevda ile ciddi bir tartışmanın içinde kendini bulana kadar. Oktay’ın ev işlerine yardım etmemesinden başlamıştı bu tartışma. Sevda’nın ‘Ben de çalışıyorum senin gibi ama senin bana yaptığın gibi bütün işleri sana yıkmıyorum.’ savunması ile karşılık verirken sesini yükseltmişti. Tartışmanın alevi hızlanırken öfkeyle sınırlar ihlâl edilmeye başlamıştı. Sen ne biçim adamsın, nasıl kadınsın söylemlerine kadar büyüdü. Oktay sinirlendikçe içinde fark etmeden biriktirdiği tüm öfkesini karşısına yansıtıyordu. Bir zaman sonra karşısında Sevda’yı göremez oldu. Masanın üstündeki vazoyu eline alıp havaya kaldırdı. Karşısında Sevda ağlamaklı bakışları ile şok içinde Oktay’ın gözünün içine bakarken Oktay bir anda durdu. Gözünün önünde babasının elinin havada olduğu sahne vardı. ’Lanet olsun!’ deyip elindekini yavaşça masaya bıraktı, evi terk etti. Koşar adımlarla kendini sahile atarken kendinden de uzaklaşmak istiyordu. Babasına benzemek hayatının en büyük korkusuydu. Yağan yağmur bu korkusunu alabilir miydi? Arındırabilir miydi onu tüm geçmişinden? Avuçlarını dua eder gibi havaya uzattı. 

‘‘Oktay, her ne görüyorsan görmeye devam et lütfen.

Benimle paylaşmak istemiyorsun sanırım. Tamam ama gözyaşlarını tutma.’’

Yarım saat sonra; 

‘‘Şimdi yavaşça geriye doğru sayıyorum. Üçten bire doğru saydığımda uyanmış olacaksın. 

Üç… İki… Bir…

Oktay… Oktay… Oktay!…’’

Bir Cevap Yazın

E-Posta adresini yayımlanmayacak. Zorunlu alanları * ile işaretlenmiştir

formu temizleYorumu gönder