Hiç
İnsanlar neden durmaktan korkuyor? Hayatın bize öğretildiği gibi, hep bir sistemin parçasında idame ettiriyoruz yaşamımızı. Okul, iş hayatı, evlilik, çocuk ve yaşlılık… Bedenimiz sadece yaşlanıyor. Ruhumuzun ise daha çok yapacak şeyi var. Var da hep erteliyoruz içimizdeki sevinci. Kendimizi dinlemeyi ne zaman bıraktık? Kendimizi dinlemek acı mı veriyor yoksa bize? Artık büyüdük, yetişkin olduk ama içimizdeki çocuk yaralı ise zaman sadece o yaranın üstünü kapatmaz mı? İyileştirebilir mi zaman içimizdeki kanayan yarayı. Durup durup ‘Hey ben buradayım bak beni şifalandırmadın.’ demez mi en tahmin etmediğin zamanda… Dur öyleyse, sadece dur. Bırak o kanayan yara içindeki zehri atsın. Tutma güzel bahçende, yeni ektiğin tohumların yanında. Durmak, yüzleşmektir kendinle, cesaret ister tüm bedenin titrese de. Korkunun eseri olmak acizlerin işidir. Sen, kendinden doğan, kendine dönen ve sonunda benliği bırakansın. Gün gelir, içindeki yara kabuk tutmuş, yara kapanmış. Zaman yapmaz bunu ama bilesin. İçindeki güç, ışık, istek şifalandırır seni. Bir annenin yaralı çocuğuna uzattığı el gibi, sevgi dolu bakışları gibi. Naif, huzurlu ve sıcak bir dokunuş, sihirli bir temas adeta gelir, basar en kanayan yarana. Elçi olur duana, kim gelirse bahtına…
Durmazsak ne olur peki? Nereye kadar kaçabiliriz kendimizden? Ölüm anımızda bulmaz mı bizi bastırdıklarımız? Bu sefer kaçabilecek sağlıklı bir vücudumuz bile yokken yapabilecek bir şeyimiz var mı peki? Bu yüzden demezler mi ölmeden önce öl diye… Ölmek nedir? Sadece bedenin fonksiyonlarını yitirmesinden mi ibaret? Beden ölüyor da biz bedenden ibaret değiliz ki. Ölmek demek benim dediğim ne varsa bırakabilmek değil midir? Bu ruhâni ölüm, bedenin ölümü ile aynı mıdır? Mevlâna’nın söylediği gelir aklıma; ‘Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.’ Ruhun tekâmülü için ölmeden önce ölmek gerekiyorsa, koşturduğumuz bu hayat niye? Acelemiz nicedir. Durmazsak, farkına varmazsak sistemin kölesi olmaktan öteye geçebilir miyiz? Şikâyet edilen onca hayat, değişim diye bağırıyor da yüzleşmeye gelince niye kaçılıyor?
İstemediği hayatı yaşayanlar, kendini kurban gibi görenler, siz sahte mutlulukların peşinde koşmaya alıştınız. Sistem size bunu öğretti. Her şeyi sil baştan başlamaya ne dersiniz? İnancınız alev olur. Yeni doğmuş bir bebek gibi, bildiklerinizi atın ateşe, yakın benliğinizi. Benim dediğim ne varsa bırakmaya, sükûnetle sebat etmeye… Dışarıda bulduğunuz sahte mutlulukların yerine sonsuz bir dinginlik belirir kalbinizde. Zamanla, kalpten niyetinizle, çabanızla ulaşılmaz denilen hâle gelirsiniz.
Ve öyle de oldu…
Sevgiyle, ışıkla…
DAMLA US